YÜCEL TANYERİ

Ben, Yücel Tanyeri
Duydum ki merak ediyormuşsunuz,
Hususi hayatımı,
Anlatayım:
Evvela hekimim, yani
Büyücü falan değilim.
Burnum var, kulağım var,
Pek biçimli olmamakla beraber.
Lojmanda otururum,
Üniversitede çalışırım.
Ne başımda bulut gezdiririm,
Ne sırtımda mühr-ü nübüvvet.
Ne İngiliz kralı kadar
Mütevaziyim,
Ne de Celâl Bayar'ın
Sabık ahır uşağı gibi aristokrat.
Ispanağı çok severim
Puf böreğine hele
Biterim
Malda mülkte gözüm yoktur.
Vallahi yoktur.
Orhan Veli ile Melih Cevdet'tir
En sevdiğim şairler.
Bir kızım vardır,
İki de torunum pek muteber;
İsmini söyleyemem
Çiçekle uğraşanlar bulsun.
Ehemmiyetsiz şeylerle de uğraşırım,
Ne bileyim,
Belki daha bin bir huyum vardır.
Amma ne lüzum var hepsini sıralamaya.
Onlar da bunlara benzer...


Beni, benden iyi anlatan Orhan Veli'ye teşekkürlerimle...

11 Kasım 2008 Salı

HACETTEPE PARKI...


60
'lı yıllarda Hacettepe'nin yarısı inşaat alanıydı. 
Diğer yarısında da gecekondular bulunurdu. 
Bölgenin tek yeşil alanı Hacettepe Parkı idi. 
Burası oldukça büyük ancak bakımsız bir parktı. 
Ortasında kocaman bir havuz bulunurdu. 
Her zaman boş, her zaman susuz. 
Havuzun ortasında da sanat eseri, görkemli bir heykel... 

Öğrenciliğimizde sıkı bir teorik eğitimimiz vardı. 
Sabahtan akşama kadar ders görürdük. 
Her hafta başı da sınav olurduk. 
Bu yoğun tempo içerisinde tek nefes alabildiğimiz yer bu parktı...

Öğlenleri dersin bitmesini sabırsızlıkla beklerdik. 
Günümüzde Diş Hekimliği Fakültesinin olduğu binada öğretim görürdük. 
Öğlen olduğunda "kırmızı" veya "siyah" amfileri boşaltırdık. 
Hemşire Lojmanları binasının yanından hızla geçerdik. 
Koşa koşa "çayhane"nin yolunu tutardık. 
Oraya gitmek için bu bakımsız parktan ve havuzun yanından geçmek gerekirdi. 
Çayhane dediğimiz yer, öyle pek de matah bir yer değildi. 
Dağınık sandalye ve masaları vardı. 
İçeride, kızartılan tostlar nedeniyle yoğun bir yanık yağ kokusu olurdu. 
Sigara dumanı da bu kesif kokuya eşlik ederdi. 
Bağırtı, çağırtı, gürültü de hiç eksik olmazdı. 
Yine de her öğlen tatilinde koşa koşa buraya gelirdik. 
İki tost yer, bir ayran içerdik. 
Nispeten ucuz bir fiyata hızla karnımızı doyururduk. 
Artan vakitte de çay içer, sohbet ederek vakit geçirirdik. 
Sonunda "tilkinin döneceği yer amfisidir" der, tıpış tıpış derslerimize dönerdik...

Çayhane, Parkın önünde ve yüksekte bir yerdeydi. 
Buradan manzara oldukça güzeldi. 
Önünden zaman zaman büyük gürültüyle banliyö trenleri geçerdi. 
Tren yolunun ardında yeşil bahçesiyle Kurtuluş Parkı vardı. 
Kışın Ankara'nın kirli havası nedeniyle arka plân çoğu kez puslu olurdu. 
Bahar aylarında ise Topraklık, İncesu, Kocatepe ve Çankaya sırtları görünürdü. 
O dönemlerde Kocatepe Camisi Ankara panoramasına girmemişti. 
İyi havalarda şanslı kişiler çayhanenin dar balkonunda konuşlanırdı. 
Sandalyelerinin arkasına yaslanarak keyif yaparlardı... 

Gençliğimizi yitirdiğimiz Hacettepe'de, 
gençliğimizi yaşadığımız güzel bir mekândı Çayhane.        
Hepimizde birçok anısı vardı bu kuş yuvası gibi küçük yapıda... 

Geçen hafta hüzünlü bir sonbahar gününde ziyaret ettim burayı. 
Uzun yıllardır hiç uğramamıştım. 
Hemşire Lojmanı modern bir otel haline dönüştürülmüştü. 
İlerisindeki Park oldukça bakımlı ve temizdi. 
Parkın girişine bir geyik heykeli konulmuştu. 
Otelin arkasına da Gloria Jean's Coffees binası yapılmıştı. 
Hacettepe'nin yapısına hiç de uymayan dik çatılı biçimiyle... 

Buranın yanından Çayhane'ye giden yol kesme taşlarla döşenmişti. 
Ancak havuzun ve görkemli heykelinin yerinde yeller esiyordu. 
Yıllar önce buradan kaldırılmıştı. 
Havuzun olduğu alan otomobil parkı yapılmıştı. 
Bizim kötü çayhanemizin yerinde de yeller esiyordu. 
Ayni yerde asrî bir "Restaurant" oluşmuştu. 
Masa ve sandalye düzeni çok düzgündü. 
Muhtemelen yemek fiyatları da oldukça pahalıydı. 
Herhalde akşamları da "canlı müzik" yapılıyordu. 
 Etrafta pek talebe filan görünmüyordu. 
Bizim zamanımızdaki neşenin, heyecanın, coşkunun yerini sessizlik almıştı. 
Füsun'u, Mümtaz'ı, Gülay'ı, İbrahim Hoca'yı andım. 

Sararmış yapraklar Parkta oradan oraya koşturuyorlardı. 
Ilgıt bir sonbahar rüzgârıyla. 
Tıpkı 40 yıl öncesinin öğrencileri gibi.
Ne yaptıklarını, ne olacaklarını pek de bilmeden...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder