YÜCEL TANYERİ

Ben, Yücel Tanyeri
Duydum ki merak ediyormuşsunuz,
Hususi hayatımı,
Anlatayım:
Evvela hekimim, yani
Büyücü falan değilim.
Burnum var, kulağım var,
Pek biçimli olmamakla beraber.
Lojmanda otururum,
Üniversitede çalışırım.
Ne başımda bulut gezdiririm,
Ne sırtımda mühr-ü nübüvvet.
Ne İngiliz kralı kadar
Mütevaziyim,
Ne de Celâl Bayar'ın
Sabık ahır uşağı gibi aristokrat.
Ispanağı çok severim
Puf böreğine hele
Biterim
Malda mülkte gözüm yoktur.
Vallahi yoktur.
Orhan Veli ile Melih Cevdet'tir
En sevdiğim şairler.
Bir kızım vardır,
İki de torunum pek muteber;
İsmini söyleyemem
Çiçekle uğraşanlar bulsun.
Ehemmiyetsiz şeylerle de uğraşırım,
Ne bileyim,
Belki daha bin bir huyum vardır.
Amma ne lüzum var hepsini sıralamaya.
Onlar da bunlara benzer...


Beni, benden iyi anlatan Orhan Veli'ye teşekkürlerimle...

30 Eylül 2009 Çarşamba

ÖZ BE ÖZ ÖZBEKÇE....


Yaşamımda ilk kez gittim bir Türkî Devletine.
Özbekistan Havayolları uçağı ile...

Biletimizde aynen "O'zbekiston Havo Yo'llari" yazıyordu.
Uçağa ilk girişimizde de güzel Türkçemizle selâmlandık:
"Selâmun Aleykum Hanımlar ve Cenaplar!.."

Uçak göstergelerinde bilgilendirmeler vardı :
"Manzil, masafa 3361 km..."
"Tashqaridaki hava hararatı -42 C..."
"Mahalliy Vakt 07.30..."

Sonra Taşkent Havaalanına indik :
"Kirish" ve "Chiqish" tabelalarını izledik.
Pasaport kontrolünü bulduk:
"Barcha Mamlakatlar Fuqaraları uchun..."

Bizler de "Başka Memleket Fıkaraları" kuyruğuna girdik.
Üzerinde ay ve yıldız'ların bulunduğu kulübede.
Kontrolör gelip damgayı vurdu "Hoş gelibsiz..." diye.
Zorlukla aldığımız vizenin üzerine...

Sonra "mamlakat"larına giriş yaptık.
Gördüğümüz çoğu kelime bize yabancı değildi.
Dil kurgumuz çok benziyordu.
Ayni yapıda cümleler kuruyorduk.

Sayıları aynen telaffuz ediyorlardı.
"Bir", "ikki", "on-beş", "bin" söylüyorlardı.
"Çayhana" diyorlardı, "Aşhana" kullanıyorlardı.
"Çorba" içiyorlardı, "dolma" yiyip, "pilâv" kaşıklıyorlardı.
Üzerine de "kavun, karpuz" yiyorlardı.

Benzer yapıda insanlardık.
Davranışlarımız, tepkilerimiz farklı değildi.
Ayni dili konuşuyorduk.
Benzer ""ları, "taam"ları yiyorduk.

Atasözlerimiz bile ayniydi:
"Yogoç yoshkan bukildi" diyorlardı.
"Ağaç yaş iken eğilir" demek istiyorlardı.

Bir pazar yerindeki panoda aynen şöyle yazıyordu:
"Soragannıng bir yuzi qora, bermaganning iki yuzi"
Yani, "soranın bir yüzü kara, vermeyenin iki yüzü..."

Atalarımız buralarda at koşturmuşlardı.
Aradan çok ama çok uzun zamanlar geçmişti.
Araplar, Ruslar derken biri birimizden kopmuştuk.
Arap harfleri, Kiril alfabesi derken uzaklaşmıştık.
Bir millet, ama farklı iki memleket olmuştuk.

Yeni yeni Latin harflerine geçiyorlardı.
"o"ları "a"; "a"ları ise "e" yaparak okumanız gerekiyordu.
"ch"leri "ç"; "sh"leri "ş" ve "x"leri de "h" olarak okuyorlardı.
Onun için basit kelimeleri anlamak kolay oluyordu.

Bulmaca çözer gibi çözüyorduk yazılarını.
Ama konuşmakta, anlaşmakta halâ zorluklar vardı.
Ayni ağacın kökleri ve yaprakları gibiydik.
Geçen zamanda köklerle, yapraklar epey uzak kalmıştı.

Dalların kucaklaşmasına.
Gerek vardı.
Ne de olsa.
Kökler aynıydı...