YÜCEL TANYERİ

Ben, Yücel Tanyeri
Duydum ki merak ediyormuşsunuz,
Hususi hayatımı,
Anlatayım:
Evvela hekimim, yani
Büyücü falan değilim.
Burnum var, kulağım var,
Pek biçimli olmamakla beraber.
Lojmanda otururum,
Üniversitede çalışırım.
Ne başımda bulut gezdiririm,
Ne sırtımda mühr-ü nübüvvet.
Ne İngiliz kralı kadar
Mütevaziyim,
Ne de Celâl Bayar'ın
Sabık ahır uşağı gibi aristokrat.
Ispanağı çok severim
Puf böreğine hele
Biterim
Malda mülkte gözüm yoktur.
Vallahi yoktur.
Orhan Veli ile Melih Cevdet'tir
En sevdiğim şairler.
Bir kızım vardır,
İki de torunum pek muteber;
İsmini söyleyemem
Çiçekle uğraşanlar bulsun.
Ehemmiyetsiz şeylerle de uğraşırım,
Ne bileyim,
Belki daha bin bir huyum vardır.
Amma ne lüzum var hepsini sıralamaya.
Onlar da bunlara benzer...


Beni, benden iyi anlatan Orhan Veli'ye teşekkürlerimle...

14 Mart 2014 Cuma

MANTAR ÇIKTI...

-14 Mart Tıp Bayramı-

Hacettepe Tıp Fakültesi'nde.
Öğrencilerinin her sene.
Tıp Bayramı etkinliğinde.
Çıkarttıkları  bir dergidir Mantar...

Hacettepe'nin kuruluşundan beri.
Aralıksız her yıl çıkar bu dergi.
İlk kez çıkmıştır 1964 senesinde.
Bizim ilk yıl öğrenciliğimizde...

Mantar, bir gülmece dergisi.
Bol karikatürlü, espirili.
Mizahlı, fotoğraflı, hicivli.
Eleştirileri yerinde ve sevimli...

Yine öğrenciler hazırladı.
Ve bu yıl 50. sayısı yayınlandı.
İlk yıllar benim de emeğim geçmişti.
Öğrenciler demek ki unutmamışlar beni...

Bir yazı istediler bu yıl benden.
Gönderdim 30. yılda yaptığım sunumu hemen.
"Hacet Tepesi Bimarhanesi" başlığıyla.
Evliya Çelebi'nin anlatımıyla:

..........

HACET TEPESİ BİMARHANESİ

Rüyasında “şefaat ya Resuallah” diyeceği yerde “seyahat ya Resulalah” diyen ben hakir kulunuz Evliya Çelebi, 1664 senesi Zemherî ayında pay-ü taht Engürü Vilayetini ziyaret ettim. Bu pek mamûr şehrin keçisi, 864 rakımlı tepesi ve de Şaban Şifaî Külliyesi dünyaca maruftur. İmdi, diğerlerini bir cenaba koyup, bu Medreseyi dilimin döndüğü, kalemimin erdiğince  tasvire başlayalım.

Şaban Şifaî Medresesi, Engürü şehrinin ikinci yüksek zirvesi olan Hacet Tepesi’nin zirvesinde ve de şimendifer yolunun yan canibinde inşa olunmuş, ben diyeyim on katlı siz deyin 100 katlı mamur ve de kâgir bir binadır. Mimarı, bir Doğrama mütehassısı olan hünerli ve de iri kıyım, muhterem bir zattır ki cümle ulemalar her zaman bu ulu kişi karşısında el pençe divan durup, ona hürmette kusur etmezler.

Bu külliyenin kurucusu ve de şeyh-ül etibbası olan bu er kişi Doğramacızade İhsan Efendi namında uzun boylu, esmer renkli, ela gözlü, şirin sözlü, nur yüzlü, omuzları geniş, sesi gür, pençeleri aslan  pençesi gibi, pazuları merdane, tabanları geniş, tuttuğunu kopartan, kopardıklarını da yüce makamlara terfi ettiren sözünün eri, yiğit bir kişidir. Bu Külliye’yi, hüma kuşu gibi bir Etfal Hastanesi’nin küllerinden yeniden inşa eylemiş, bu ilim ve irfan yurdunun terakki etmesi için nice seneler gecesini gündüzüne katup, nice gayretler sarf eyleyerek bu müesseseyi tahayyül ettiği seviyeye eriştirmiştir. Allah, yaptırana da vakfedene de inayet eyleye vesselâm…

Reis-ül etibba Doğramacızade İhsan Efendi’nin inşa eylediği bu müessese öyle bir eserdir ki mimari sanatındaki üstünlüğüne Mimar Sinan efendinin dahi aklı ermez. Burası, namı arza yayılmış tanrı vergisi bir cennet mekândır ki İslâm memalikinde böyle bir Medrese ne yapılmıştır, ne de yapılabilir.

Medrese, iki katlı kerpiç hanelerin istimlâki ve de yıkımlarıyla temin edilen geniş bir arazi üzerinde imar edilmiş ve halâ inşası berdevamdır. Burası sümbüllük ve de güllük bir irem bağı ortasında semaya baş uzatmış, murabba şeklinde mermerden mamûl bir cennet köşküdür. Buradaki sümbül, reyhan, gül ve erguvan gibi muhtelif çiçeklerin lâtif rayihaları cihanı tutar ve hastaların ruhunu mest eder.

Külliyenin alâmet-i farikası, talebeden Tanyerizade Yücel namıyla maruf er kişi tarafından resmedilmiş olup, Yücel efendi bu hizmeti karşılığı Doğramacı Hoca tarafından tunçdan mamûl bir nişanla taltif edilmiştir.

Bu medresenin orta yerinde Hoca Tacettin camii ve dergâhı muhafaza edilmüş olup görülmeye değer iki nadide asar-ı antikadır. Hacettepe Külliyesinin duhuliye kapısı ise ol derece sanatlı bir saadet kapusudur kim, cihan kürede bunun üzerine bir kapu mevcut değildir. Oldukça kadim bir tasvir levhasıdır ki bunu kıraat etmeye teşebbüs eden Müslümanların aklı hepden perişan olur.

Anılan Bimarhaneye faytonların duhulünü men etmek maksadıyla inşa edilmiş manialar vardır ki böyle acayip bir şeye hakir kulunuz Nemçe kal’asında bilem tesadüf etmemişimdir.

Darüşşifa katır terleten bir yokuşla çıkıldıkta sağ cenahta kalan uzun ince kâgir bir binadır. Dışı mermer kaplıdır.Taş ustaları parçaları yek diğerine öylesine perçinlemişdir ki ilave yerlerini değme adam fark edemez. Bu binanın ön ve arka avlularında tabiplerin Medreseye gelir iken kullandıkları yaylı arabalarını bağladıkları ahır, tam bin adet at ve katır alır. Burada yer bulmak ol kadar müşkildir ki bir kimse sabahtan akşama burayı tavaf eylese bilem yer bulabilemez.

Bimarhanenin duhuliyesinde geniş bir avlu mevcuttur. Burası tabanı süt beyazı Marmara mermeri ile bezenmiş yayla gibi bir mekândır. Şifa arayan hastalar, efsunlular, yaralılar-bereliler sabahın erinde buraya gelerek Darüşşifa’nın tabiplerine muayene olmak üzere sıraya girerler. Bu Bimarhanenin öyle mahir hekim ve cerrahları vardır ki hanedandan birisi hastalansa derhâl buraya getirilir. Eğer feleğin felâketlerinden beden mülküne hastalık galebe eylese buranın erbab-ı etibbası anı muhakkak izale eylerler. Lâfın kısası bilginler kaynağı ve de hekimler durağı bir Darüşşifadır burası. Burası ol mertebe faydalı bir Bimarhanedir kim cüzam, Frenk uyuzu hastalıklarına yakalananlar, vücudunda lekeler zuhur edenler, zatülcenp ve hafakan hastalıkları bulunanlar, muhtelif ağrı ve sızıları bulunanlar, vücut azalarından illeti olanlar, mefluçlar 40 gün bu Bimarhaneye devam ettikleri taktirde yüce Allahın emri ile şifa bulup, yeniden anadan doğmuş gibi olurlar. Allahın emriyle azrailin bu Bimarhaneye girmesi men edilmiş olup, tabipleri verdikleri az miktardaki mevta sayısıyla yekdiğeriyle rekabet ederler.

Darüşşifa’nın Üzniyye  Enfiyye  Hançeriyye, Cildiyye, Bevliyye, Akliyye-Asabiyye, Hariciyye, Nisaiyye ve Dahiliyye koğuşlarında hastaların derdlerine derman aranır. Bu koğuşlar ilim ve fenlerinde kâmil, sanatlarında mahir, ellerinde tez, hernevî yaraları tedavi etmeye kadîr, ilâç ve bıçak kullanmakta üstad, tedavi ederken tefekkürle hareket eden erbab-ı etıbba ile doludur. Bu tabiplerin elleri her daim yumuşak olup, hastanın nabzına yapıştığı an mutlaka hastalığı teşhis ederler. Bu tabipler boş vaktlerinde Medresenin kitaphanesine giderek burada Eflâtun, Bukrat, Sokrat, Calinos, Batlamyos gibi hekimlerin asrî kitap ve risalelerini kıraat ederek ilim ve irfanlarını arttırırlar ki bu kitabevinde yok yoktur.

Hacet Tepesi dar-ül Tıp mektebinin avlusunda ulu Mustafa Kemâl Paşa’nın bir tasviri bulunur. Bu Tıp Mektebine duhûl eylemek müşküldür amma huruç eylemek heman heman mümkün değildir. Burada ilim tahsil eyleyen talebe efendiler ve hatun kişilerin sayısı pek mebzul olup, ikibin’in üzerindedir. Bu talebeler muhtelif  ihtimalli suallerle ve ihtimamla devşirilir. 6 sene geçtikte  iyi bir tedrisatla feyizlendirilerek tabiplik mertebesine terfi ettirilerek, mesleklerini muvaffakiyetle idame ettirirler. Yeni devşirme çömez Tıp talebeleri siftah senelerinde Fen, Riyaziye, Nebatat ve Simya ilimlerinin esaslarını hıfzeylerler. İkinci sene sübyanları ise nazarî derslerini kızıl ve kara renkte deri döşemeli müsamere salonlarında dinleyerek ve yeşil kaplı ve de ciltler dolusu matbuatı hıfzederek kafalarına nakşeylerler.  Bu sübyanlara teşrih dersleri Tanerzade Doğan efendi ve Karatayzade Sıddık efendiler tarafından kemikler, damarlar ve dahili taklavatlar renkli resimlerle izah edilerek ve de dirayetli muallimler tarafından mevtada teşrih edilerek öğretilir. Amma bu sübyan tıp talebeleri –sebebi niçündür bilinmez- mevta cesedi görmekten ziyade Teşrih Hocası Tanerzade Doğan efendinin cüssesinden ve onun şahsî icadı olan zilli imtihandan korkarlar. Hayatî Kimya derslerinde de Özandzade Pınar efendi riyasetinde bilumum hayvanat ve mahlûkat üzerinde “kömür 14 tecrübeleri” yaparak Tıbb-ı esasî ilimlerinin derûnlarına dalarlar.

3. ve 4. senelerinde ak ve pak libaslarını giyerek Bimarhanenin muhtelif koğuşlarına salınıveren kıdemli talebeler burada hastanenin ahvalini tetkik ederlerken bir yandan nazarî dersler görürken, bir yandan da garip vak’alarla karşılaşırlar. Yine burada hocalarının nezaretinde hastadan hikâye almanın ilmini alır, muayene usullerini öğrenir, tefrik-i  teşhis etmeye başlar, parmakla muayenenin özelliklerini kavrar, idrar ve kan içün yapılan asrî tetkikleri değerlendirmeyi öğrenir ve hasta sahipleriyle  nezâketle konuşmanın esaslarını kavrar.

Avam Tababeti derslerinde köylerde yaptıkları tecrübeleri ve bunun neticelerini Fişekzade Nusret efendi ile mütâlaa ve müzakere eyledikten sonra, hitam senelerinde Acilliye, Hariciyye, Nisaiyye ve Dahiliyye kesimlerinde üçer ay “Tabip-Talebe” ünvanıyla ve postalık vazifesi ile istihdam edilirler. Gerçi kefere lisanında tedrisat gören talebelerin koğuşlarında bir mikdar müşkülât olsa da artık bu kadar kusur kadı mahdumesinde bile bulunur.

Bu Tıbbiyye-i Şahane’de feyz gören ve Mantaran lâkabıyla maruf bu talebelerin her sene Etibba Bayramı dolayısıyle  Mart ayının 14. günü neşreyledikleri “Kitab-ül Gırgıriyye el Mantariyye” isminde lâtif bir cerideleri vardır kim her kâmil insanı gülmekten fıtık eden neş’eli ve de renkli bir mecmûadır. Bu mecmua medresenin ve talebelerin dertlerini öyle nazîk bir lisân-ı münasiple dile getirir ki anlayana da anlamayana da davul zurna sedası gibi az gelir… Risalenin her nüshasının siftah sayfasında muhakkak Doğramacızade İhsan efendi zikredilür. İçerisünde diğer hocaların da lâtif minyatürleri, manâlı resimleri ve şakaları bulunur.

Bu Bimarhanede vazife yapan tabipler; ulema sınıfına dahil tabipler ve çırak tabipler olmak üzere ikiye ayrılmışlardır. Bunlardan ulema sınıfına dahil tabipler de tecrübe ve kıdemlerine göre Müderris’ler, Danişmend’ler ve Danişmend Yamakları olmak üzere kademelendirilmiş bulunmaktadırlar. Darülfünun’un Müderris ve Danişmend’leri dilerlerse gün doğumundan gün batımına kadar Bimarhanede çalışırlar, hususî hastalarını bimarhanede kabul ve tımar eyleyerek vakıfdan maaşlarının iki misline kadar akçe ile taltif edilirler. Dileyenler ise öğlen namazına kadar bimarhanede ikâmet eyledikten sonra hususî dükkânlarına hicret eder ve işbu kısa hizmetlerine karşı az bir maaşla taltif edilirler. Memleketteki bilumum Medreseleri ve Ulema sınıfına dahil Müderrisleri sevk ve idare eden “Tedrisat-ı Alî’yi İhsaniyye” şirketidir ki buranın da Reisliğini Doğramacızade İhsan Efendi deruhte eylemektedir.

Bu Medrese-i Etibba’da nice talebelere feyz vermiş, insanların derdlerine deva bulmaya gayret sarf eyleyen her biri mesleğinin ehli nice Hocalar vardır. Bunlardan bir kısmı çok değerli hizmetler ifa ettikten sonra ebediyete intikâl etmiş, her zaman hayırla ve rahmetle yad edilecek hocalardır. Halen vazife eylemekte olan Bimarhane’nin Müderrisleri ise hazik, nabızdan anlar hekimler ve hünerli cerrahlardan mürekkep hocalardır. Bunların daha marufları Midhatpaşa nam yokuşunda dükkânları olan kimselerdir. Bu hocalar öğlen namazında Bimarhane’nin aşevinde içtima eylerler. Burada bu hocalara keykâvus mutfağından nefis yemekler sunulur. Keklik, sülün, üveyik, kaz ve ördek gibi av etleri hekimlerin arzusu ve tarifi üzere pişirilerek, kâseler içerüsünde kendilerine takdim edilir. Burada masalar herkesin kıdemine göre tefrik edilmiş olup çök masası, lök masası gibin kademelere ayrılmıştır. Bu masalardan birinin müdavimi zinhar bir diğer masaya oturamaz. Bu masalarda yemek yenilip, Frenk kahveleri içilirken muhtelif bahisler üzerine kuvvetli hasbihaller yapılır.

Bimarhanede bu Ulema sınıfından gayrı hastaların durumunu yakınen takip eden, yaralarını saran, mebzul miktarda "çırak tabipler" de vardır. Bunlar turfanda neşet etmiş talebe tabipler arasından kavun seçer gibi hassas bir imtihanla seçilirler ve dört sene müddetince usta-çırak usulüyle yetiştirilirler. Bunların yara-çıban tedavisinde, pansuman değiştirmede ve de kan almada mahir olması, emirlere itaat etmesi ve kaşağı ile fırçalanmaya tahammül etmeleri arzu edilir. Hastalara deva, dertlilerin dertlerine şifa olmak üzere, bu ırgatlar bir makine intizamı ile her gün illetlilerin ahvalini tetkik, dertlerinin seyrini tarassut eder gaitalarına, idrarlarına, balgamlarına bakıp her birine münasip ilaçlar yazıp, hastalığın alâmetlerini hocalarının nezaretinde tetkikat eylerler. Her sabah namaz vaktinden sonra çıraklar, ulemaların nezdinde cümbür cemaat “umumi tefdiş”e iştirâk ederler. Hastalar, ulemalara huşu içerisinde arz ve takdim olunur. Çıraklar, muhtelif suallere “validesinden emdiği süt, enfiyesinden gelene kadar” sorgulanır ve tefdişin hitamında yek yek veyahut da cümle yekûnu kaşağılanarak tefdişe son verilir. Haftada bir gün de –umumiyetle mübarek Cuma günü- “vak’a içtiması” yapılarak hususiyet arzeden hastaların vaziyet muhakemesi yapılır.

Bimarhanede vak’a gören ve ayak işleri ifa eden bu zatlar, beyaz libas giyip, alacalı boyun bağları takarlar. Bunlar ameliyathanede cerrahlık talimi yapar, kütüphanede tıp kitaplarını hatmeylerler ve nazarî mütehassıslık bilgileri hıfzeylerler. Bu çırak tabipler, her gün iki kere koğuşta hastaları tavaf ederek hatırlarını sorarlar ve uhdelerine verilmiş vazifeleri külliyen hitama erdirirler. Bu gureba hekimler bir de yatsı nöbeti tutarlar ve nöbette geçen gecenin hemen akabinde vazifelerine yine devam etmek mecburiyetindedirler. Eğer hastanın vaziyeti tekrar Darüşşifa’ya gelmelerini icap ettirirse, behemehâl Bimarhaneye koşarlar.

Bu hepsi pehlivan bedenli, delikanlı yiğitlerin ulema hocalarıyla birlikte müştereken kurdukları idman takımları vardır. Meşinden mamûl karpuz gibin bir gülleye tekme atılarak yapılan müsabakalarda bimarhanedeki koğuşlar Tetkikspor, Kellegücü, İdrar Yolları İdmanyırdu, Hernispor, Matkapspor, Dikizgücü ve Tonsilspor gibi lâkaplarla katılırlar. Bunlardan Üzniyye, Enfiyye ve Hançereviyye güruhu hepsine galebe sağlayarak dört sene hep birinci gelmiştir.

Bu yamaklar umumiyetle dört sene süren tedrisatlarının sonunda tez tarafından bir tez hazırlayıp ulemalarına arz eylerler. Sonra bunlar cem etmiş beş ulema tarafından muhtelif suallere muhatap olup imtihan edilirler. Ulemalar eğer kabul buyururlarsa bunlara Mütehassıs icazeti verilerek, usta mertebesine terfi ettirilirler. Bunlardan  kabiliyeti tasdik edilenlerden hususi destek verilenler, evvel Yardımcı Danişmendliğe terfi ettirilirken, diğerlerine de tasdiknameleri verilerek Sıhhıye Vekâleti nezdinde tebdil-i hava için hizmet-i mecburiyye’ye gönderilirler.

Darüşşifa’nın en merkezî kısmında “cerrahhane”ler mevcuttur. Burada Bimarhane’nin cerrahları adeta yek diğeriyle yarış ederek sanatlarını icra eylerler. İznik ve Kütahya’nın mavi çinileriyle döşenerek tanzim edilmiş odalarda kerpeten, testere, mengene, küskü, eğe, çekiç ve benzeri cerrahî alât ve edevat mebzul miktarda mevcuttur.

Şimdi, Rabbime hamdolsun ki, bu ilim ve irfan yurdunda gördüklerimi, bildiklerimi kaleme alup bu hikâyatı ve medreseyi naklettim. İmdi; ben fakir kulunuzun umudu ve arzusu odur ki bu şifa yurdunu kuran ve yaşatanlarla atide onu terakki ettirerek yaşatacak olanlar nice elli yıllarda hep hayırla yad edileler inşallah…


Evliyya Çelebi
evliyacelebi@devletiosmaniye.com.osm
.